Lozan Barış Antlaşması, I. Dünya Savaşı'nın ardından Sevr Antlaşması'nı geçersiz kılarak yeni Türk Devleti'nin uluslararası sistemdeki yerini tescil eden ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını resmen onaylayan temel bir diplomatik belgedir. Bu antlaşma, Türk Kurtuluş Savaşı'nın diplomatik zaferi olarak tarihe geçmiştir. Antlaşmanın öne çıkan maddeleri, Türkiye'nin egemenlik hakları ve bölgesel statüsü açısından büyük önem taşımaktadır:
Batı Sınırı (Yunanistan ile): Türkiye ile Yunanistan arasındaki sınır, Meriç Nehri hattı esas alınarak kesinleştirilmiştir. Ayrıca, Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanistan'ın neden olduğu yıkımlar karşılığında savaş tazminatı olarak Karaağaç ve çevresi Türkiye'ye bırakılmıştır. Bu düzenleme, Balkanlar'daki Türk-Yunan ilişkilerinin temelini oluşturmuştur.
Doğu Sınırı (Suriye ile): Türkiye'nin güney sınırı, 20 Ekim 1921 tarihinde Fransa ile imzalanan Ankara Antlaşması'nda belirlenen Hatay dışındaki hat üzerinden kabul edilmiştir. Bu, Cumhuriyet'in güneydeki jeopolitik konumunu belirleyen önemli bir karardı.
Güney Sınırı (Irak ile - Musul): Musul vilayetinin statüsü, antlaşmanın en çetrefilli konularından biri olmuş ve Türkiye ile İngiltere arasında dokuz ay içerisinde ikili müzakerelerle çözüme kavuşturulmak üzere ertelenmiştir. Tarafların anlaşamaması durumunda konunun Milletler Cemiyeti'ne götürüleceği hükme bağlanmıştır. Bu erteleme, Musul meselesinin gelecekteki Türk dış politikasında önemli bir yer tutacağının işaretini vermiştir.
Ege Adaları: Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adaları Türkiye'nin egemenliğine bırakılmıştır. Stratejik öneme sahip diğer Ege adalarının çoğu, silahsızlandırılma koşuluyla Yunanistan'a verilmiş, Oniki Ada ise İtalya'ya bırakılmıştır. Bu hüküm, adaların statüsüne dair uzun vadeli tartışmaların başlangıcı olmuştur; Oniki Ada daha sonra II. Dünya Savaşı'nın ardından Yunanistan'a devredilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu'ndan miras kalan ve yabancılara ekonomik, adli, idari ve kültürel alanlarda geniş ayrıcalıklar tanıyan kapitülasyonlar, Lozan'da kesin ve koşulsuz olarak kaldırılmıştır. Bu madde, Türkiye'nin tam bağımsızlığını ve ekonomik egemenliğini perçinleyen, yeni devletin uluslararası hukuk önünde eşit statüye kavuşmasını sağlayan en kritik diplomatik başarılarından biri olarak kabul edilmektedir.
Çanakkale ve İstanbul Boğazları'nın uluslararası deniz trafiğine açık kalması ilkesi kabul edilmiştir. Ancak, Boğazların yönetimi bağımsız bir uluslararası komisyonun denetimine bırakılmış ve Boğazların her iki yakasının askerden arındırılması şart koşulmuştur. Bu düzenleme, Türkiye'nin Boğazlar üzerindeki tam egemenliğini belirli ölçüde kısıtlamış, ancak bu durum daha sonra 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye lehine değiştirilerek tam egemenlik sağlanmıştır.
Türkiye'de yaşayan gayrimüslim topluluklar (Rumlar, Ermeniler, Yahudiler vb.), Türk vatandaşı olarak kabul edilmiş ve yasal olarak Müslüman vatandaşlarla eşit haklara sahip kılınmıştır. Ayrıca, antlaşma kapsamında Türkiye ile Yunanistan arasında kapsamlı bir "Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi" kararı alınmıştır. Buna göre, Batı Trakya'daki Türkler ile İstanbul'daki Rumlar hariç tutularak, iki ülkedeki diğer azınlıklar karşılıklı olarak yer değiştirmiştir. Bu madde, homojen bir ulus devlet yaratma sürecinin önemli bir adımı olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu'ndan kalan dış borçlar, imparatorluktan ayrılan devletler ile Türkiye Cumhuriyeti arasında adil bir şekilde paylaştırılmıştır. Türkiye'nin payına düşen borçların taksitler halinde ödenmesi kabul edilmiştir. Bu, yeni devletin mali yükümlülüklerini devralışının ve uluslararası mali sistemle entegrasyonunun bir göstergesiydi.
Yunanistan, I. Dünya Savaşı ve özellikle Kurtuluş Savaşı döneminde Anadolu'da neden olduğu yıkımlar nedeniyle Türkiye'ye savaş tazminatı ödemeyi taahhüt etmiştir. Bu tazminat, nakit ödeme yerine, diplomatik bir jest olarak Karaağaç ve çevresinin Türkiye'ye bırakılması şeklinde gerçekleşmiştir.
Yabancı Okullar: Türkiye sınırları içindeki tüm yabancı okulların Türk kanunlarına tabi olduğu ve Türk Devleti'nin denetimi altında faaliyet göstereceği hükme bağlanmıştır. Bu karar, yeni Türkiye'nin eğitim sistemindeki egemenliğini pekiştirmiştir.
Patrikhane: İstanbul'daki Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin siyasi ve idari yetkilerinden arındırılarak sadece dini bir kurum olarak İstanbul'da kalmasına izin verilmiştir. Patrikhanenin "ekümenik" (evrensel) sıfatı kabul edilmemiştir. Bu düzenleme, Patrikhanenin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki rolünü netleştirmiş ve laik devlet ilkesiyle uyumlu hale getirmiştir.